Yukarıya Çık

“GEÇERKEN UĞRADIK” Acıya, Umuda ve Sevince…

  • Anasayfa
  • “GEÇERKEN UĞRADIK” Acıya, Umuda ve Sevince…

“GEÇERKEN UĞRADIK” Acıya, Umuda ve Sevince…

“GEÇERKEN UĞRADIK” Acıya, Umuda ve Sevince…

BÖLÜM I

" Her Şeyin Başlangıcı "
 

Bir zamanlar yakın diyarlardan birinde bir peri yaşarmış. Adı, HAYAL’miş. Hayal, o kadar güzel o kadar güzelmiş ki onu görenler, onun yanından bir daha asla ayrılmak istemez, hep onunla olmak, onunla sohbet etmek, onunla yatıp onunla kalkmak istermiş. Tatlı dili, güler yüzü ve daima pembe elbisesiyle etrafındakileri hülyalardan hülyalara sürükler, gerçek ile bağlantısını kopartır, adeta büyülermiş.

 
 

Gel zaman git zaman Hayal ile birlikte olan İnsanların ondan nur topu gibi bebekleri oluvermiş. Adı "BEKLENTİ"... Ah! Beklenti bebekken o kadar sevimliymiş o kadar sevimliymiş ki onu sevmenin tadına varınca dahası bir şeyler yapmamak neredeyse imkânsızmış. Zira insanın gönlüne dokunan, nefsini okşayan parlak bakışları varmış. Bu yüzden İnsan, onunla her karşılaştığında onu tıka basa beslermiş. Bu ilgiye karşılık vermek için olsa gerek; Beklenti öylesine hızlı büyümüş ki bir süre sonra ne annesi Hayal'in ne babası İnsan’ın ona bakmaya yetecek gücü kalmamı

 

Yıllar geçmiş... Hayal yaşlanmış. İnsan tükenmiş. Beklenti ise tüm diğer kardeşleri gibi kimsenin onu zapt edemeyeceği kadar gelişmiş. Bu duruma kendisi de üzgünmüş çünkü böylesine karşılıksız bir varoluşu kendisi seçmemiş. Şimdi ne onu besleyecek babası ne de annesinin büyülü, sıcak ve güvenli rahmi gibi bir yuvası varmış. Beklenti'nin bu yalnızlığı gün geçtikçe öfkeye dönüşmüş. Düşünmeden edemediği şey ise onu bu devasa boyuta getiren babasının bencilliğiymiş. Hem de sırf, gözüne hoş göründüğü için, sadece kendi fantezileri adına! Sanki Hayat Tanrısı onun tüm istediklerini ona bahşetmek zorundaymış gibi! "Al işte al, büyüdüm kaldım böylece. Üstelik kimsesiz! "

 

İşte, Beklenti yıllarca çaresiz, sadece bu düşüncelerle bir köşede, ismine münhasır 'bek-le-miş'. Zamanla bu düşünceler öfkesini öyle şiddetlendirmiş öyle büyütmüş ki; ne yapasın, tarih tekerrürden ibaret... Bu karanlık düşüncelerinden şer topu gibi bir evladı oluvermiş. Adı, KİN.

 

Beklenti bu hikâyeyi çok iyi bildiğinden, zinciri kırmak istemiş. Evladı Kin'i de yalnızlığa mahkûm etmemek için onunla birlikte pılını pırtını toplayıp hikâyenin başladığı yere, baba ocağına gitmek üzere yola koyulmuş.

 

Vardığında annesinin öldüğünü de öğrenince, zaten tüm bu olanların sorumlusu olarak gördüğü babası ile yaşamaya karar vermiş. Ona ceza olsun diye de varlığına dair tüm mesuliyeti ona yüklemiş. Haksız da sayılmazmış!

 

İşte o gün bu gündür İnsan, beklentileriyle yaşar olmuş. Mesuliyetler onu yorduğunda ya da Beklenti ile araları kötü olduğunda ise öfkelenip, torunu Kin' i beslemek yerine; ikinci eşi ACI’ dan olan çocuğu UMUT' u beslemiş.

 

Masal da burada bitmemiş...

 

BÖLÜM II

" ACI "

 

Acı, İnsan’ın ikinci eşi… Net bir ifadeyle tanımlamak zordur onu. Bedeni saydamdır, sesi uğultulu, gözlerinin korkutucu bir derinliği vardır derler, elleri ateşten, kokusu yoktur, kaç kilo bilinmez lakin hayli ağır gelirmiş İnsan’a. Şimdi, sorarsanız anlarım; İnsan bunun nesine varmış? Neyine tav olmuş, nesini sevmiş de almış? İnsan almamış ki onu; o insanı bulmuş.

 
 

Bir gün, derenin kenarında İnsan evladı Beklenti, geziniyormuş. Dere soğuk, dere akıntılı, dere berrakmış. Gezerken gezerken… Beklenti yorulmuş ve durup, suyu seyre dalmış. O da ne!

 
 

Güzeller güzeli annesi, Hayal; suyun dibinde evladına bakıyor. Beklenti önce korkmuş fakat yitirdiği annesini öylece suda görünce ona kavuşmak istemiş ve atmış kendini dereye. Akıntı onu bir o yana bir bu yana savururken, Beklenti gözden kaybolmuş. Acı’nın gözlerinden…

 

Tüm olan bitene şahit olan Acı, olayı anlatmak için aramış taramış, İnsan’ı bulmuş. Ve bu İnsan Acı’nın adını Evlat Acısı koymuş. Bir an olsun terk etmemiş Acı onu. Hanesinin bacasında duman olmuş, geceleri uykusuzluk olmuş, gündüz yemeden içmeden kesmiş. Gözle görünmez ancak aynada sezilirmiş. İnsan yüreğinde neyin yarasını taşıyorsa aynaya baktığında onun Acı’sıyla göz göze gelirmiş.

 

Onu yüreği ile tanıyan adına, Aşk Acısı demiş, teni ile tanıyan Can Acısı… Bazısı çok türlüsünü tatmış adına ”olgunlaşmak” demiş. Böyle böyle yaradan yâr olmuş Acı İnsan’a. Hani çok da sadakatliymiş.

 

Acı böyle biriymiş işte…

 

BÖLÜM III

" UMUT "
 

Gün geçtikçe Acı’nın artan ıstırabından feryat eder dururmuş İnsan. Türlü türlü planlar yaparmış Acı’dan kurtulabilmek için. Gider, eve gelmezmiş; onunla bununla gezer, geceyi gün edermiş, içermiş, kavga edermiş, olur olmadık şeylere paralar dökermiş, susarmış, yok sayarmış, her şey yolunda der, hep gülermiş İnsan. Sırf bir an olsun Acı’sını gölgede koyabilmek için.

 
 

Eve (yine) sarhoş döndüğü günlerden birinde, başını yastığa koyar koymaz eşini gören İnsan artık tüm bunlara dayanamaz hale gelmiş. Her gün aynı sızı yürekte, aynı uğultulu zihin, aynı yalnızlık, aynı özlem ve daha nicesi karşılıksız hisler ve dermanı bulunamayan dertler. Kıyacakmış canına! İşte, bu düşüncelerle derenin başına varmış İnsan! Suyun dibinde Hayal, dalgasında Beklenti… -Zaten ne idim ki ne olsun? Her şey gözler önünde işte. Buyum ben; “sadece bir insan”. Bir de durup şu hayattan neler beklerim? – Dalgalar bir film şeridi gibi gözlerinin önünden süzülürken, attı atacakmış kendini sulara “sadece bir İnsan”.

 

İşte o anda bir ses yankılanmış ormanın derinliklerinden; “Peki ben?”

 

İnsan ne olduğunu anlamamış ama bir ses duyduğundan da eminmiş. Durup etrafa kulak kesilmiş. Yine o ses “Peki ben?” Sen kimsin demiş bağırarak, “sen de kimsin, nereden geliyor bu ses?” . Derken çalıların arasından birkaç adım sesini işitmiş. Sese doğru ilerlemiş. Gördükleri karşısında olduğu yerde kalakalmış İnsan

Karşısında ışıl ışıl, dupduru güzellikte ve karnı burnunda biri… İnsan zar zor toparlayabilmiş cümlesini. “Sen… Seni tanıyor gibiyim, ama bu... Bu nasıl olur?”

 

O ışıltılı güzellik, eşi Acı’nın ta kendisiymiş.

Meğer bizim İnsan, her gün uyumadan önce başka başka planlar da yapar, yeni yeni hayaller kurarmış. İşte Acı, böyle günlerden birinde UMUT’a gebe kalmış. O gelen ses ise henüz doğmamış evladı Umut’un sesiymiş.

 

Artık Acı, yüzüne bakılır vaziyetteymiş, çekilecek dert, dağına göre kar imiş. Haliyle İnsan canına kıymaktan vazgeçmiş. Evine dönmüş, içine dönmüş, eşine dönmüş ve evdeşini daha da çekilir kılsın diye evladını beslemiş.

 

Umut, ha doğdu ha doğacak!

 
 

BÖLÜM IV

" SEVİNÇ "

 

Bir umuda tutunup yaşamaya devam etmek… Beklenenin geleceğine, hak edilenin alınacağına, bir gün bir şeylerin değişeceğine, güzel günlerin, güneşli günlerin görüleceğine inanarak yaşamak…

 

İnancın doğrultusunda eyleme geçerek, eylemi istikrarlı hale getirerek, istikrarı kaybetmeyerek, kaybı “son” bilmeyerek, her sonu başlangıca evirerek, yılmadan, pes etmeden, suya düşenlere, dayanılmaz gelenlere, kara kışlara, sert rüzgarlara, dalgalara, dumanlara rağmen yaşamak…

 

İşte, İnsan ancak böyle kavuşabilirmiş SEVİNCİNE.

 
 

Çetin geçen bir kışın son günleriymiş. Gecenin geç saatlerinde sönen sobadan olsa gerek, sabaha karşı İnsan’ın evi buz kesmiş. Acı, üşümemek için harlamış ta harlamış ateşini, alevlendikçe karnı inmiş. İnsan iki büklüm uzanıyormuş yatağında, soğuktan dudakları çatlamış, kış boyu umudu beslemekten hayli zayıflamış, yorulmuş, yıpranmış, harap bir halde… Eli kolu tutmuyor, gözlerini dahi açmak istemiyormuş. Çok... Çok ama çok yorgunmuş, artık ne olacaksa olsunmuş.

 

İnsan’ın pes etmesi ile güzelliğini ve çekilebilirliğini kaybettiğini fark eden Acı kendini İnsan’a hatırlatırcasına ince ince yüreğine dokunmuş. Uyan demiş, yoksa bu yangın tekrar alevlenecek. Uyan! Yoksa kış boyu büyüttüğün Umudun içimde can verecek.

 

Acı’nın bu sözleri ile hıçkırıklara boğulmuş İnsan. “Doğmuyor lanet olası! Kaç zaman geçti hiç saydın mı? Hem burası nasıl bir yer ki dört mevsimi de KIŞ! Bıktım anladın mı bık-tım! Bunca zaman besledim, büyüttüm, hep yanında oldum onun. Ben ki sırf onun için yıllarca sana bile katlandım! Ne zaman ha, söyle ne zaman umduğuma ereceğim? Ya da boş ver, bunların hepsi bir aldatmaca, en başında biliyordum zaten “sadece bir insanım” ben, ne hayalim, ne beklentim ne de umudum… Bunların hepsi boş! Bana kalan sensin işte, içimi yakan, umudumu yutan, emeklerimi hiçe sayan sen! Acı’m, ben artık dayanamıyorum.”

 

Duyduklarından sonra İnsan’a doğru eğilmiş Acı. Gözlerinin içine bakmış, o derinliğin içinde ilk kez böylesine güzellikler görüyormuş İnsan. Özlem duyduğu, istediği ne varsa bir çift gözün içindeymiş. Büyülenmiş bir vaziyette seyrediyormuş İnsan. Yine bir film şeridi gibi geçiyormuş gözlerinin önünden planları, hayalleri, hedefleri, umudu, kavuşmak istedikleri ve bu güne kadar onlar için yaptıkları.

 

“Vazgeçmek istediklerin bunlar mı?” diye sormuş Acı. “Şimdi pes ederek tüm bunları ve bu güne değin sarf ettiğin tüm uğraşları bir kenara atıyorsun demek. Ah benim küçük İnsan’ım, peki, öyle olsun. Sen sadece bir insan olabilirsin fakat biliyorsun ki ben senin kanayan yerlerine göre değişebilen, nicedir kurtulmak isteyip de kurtulamadığın, ancak umudun ile katlanılabilen Acı’yım. Bu hikâyenin başında sen beni dönüştürmeyi tercih ettin, benden bir şeyler üretebilmeyi denedin. Bunca kış inandın, emek verdin, sen ki yaşamını umuda, umudunu da bana bağlayıp bunca şeyle mücadele edebildin. Takdire şayan bu duruşun karşısında seni bırakıp gitmeyi inan ki isterdim fakat sen de biliyorsun ki ne vazgeçişin beni; ne de benimle yaşamak seni yok edecek. Benden kurtulamaya çalıştıkça benim küçük insanım olacaksın, benimle yaşamayı öğrendikçe ben senin küçük acın. Doğrusunu söylemek gerekirse beni dönüştürmek çok azının başarabildiği bir şey… Demek sen de başaramayanlardan olacaksın, benim için fark etmez küçük insanım. Ben hep seninle olacağım.

 
 
 

Bir yıldırım gibi beyninde çakan bu sözler İnsan’ın yatağından fırlamasına sebep olmuş. Söylenerek portmantoya ilerlemiş. “Hayır hayır, şimdi değil, hiç te değil! Böyle bitmemeli, devam etmeliyim!” Üzerine geçirdiği kazağı ile bahçeye çıkmış. Odun kırmaya başlamış sobayı yakmak için. Baltasını her vuruşunda bir derece ısınıyormuş hava. Her odun parçasında bir derece daha… Kovaya doldurduğu odunları sobaya yerleştirmiş. Tam yakacağı sırada cebinde kibrit kalmadığını fark etmiş. En yakın kibritçi beş kilometre uzakta imiş. Titrek adımlarla, ağlayarak düşmüş yollara, hava hala buz gibiymiş. “Hayır hayır, şimdi değil, hiç te değil, böyle bitmemeli.” Her adımda bir derece daha ısınıyormuş hava. Bir süre sonra kuş sesleri duymuş, biraz sonra terlemeye başlamış, kazağını çıkarmış, biraz sonra kaldırımın kenarında açan çiçeği selamlamış, kibritçiye vardığında mevsim baharmış.

 

Durup soluklanmış biraz, neler olduğunu anlamaya çalışmış İnsan. Başını göğe kaldırmış ve yüzünde muhteşem bir gülümseme belirmiş, gözyaşları ile geldiği yoldan seke seke evine gitmiş. “Hoş geldin Umudum, hoş geldin bahar!” Kapıdan içeri girer girmez eşini aramış gözleri, büyük haberi vermek için. Odadan odaya koşturmuş, “Acı’m nerdesin?”

 

“Dilersen bana artık Acı deme. Bak, buradayım! Sen beni değiştirdin, beni böldün ve her parçamdan seni sen yapan başka şeyler ürettin. İşte İnsan, sen acıyı umudunla yoğurdun, zehri bala çevirdin. İşte beklediklerin… İşte hayallerin… İşte umduğun… İşte SEVİNCİN!

 
 
 
Yazan: Psk. Dan. Esra Dilan KUZU